Batı`da tarih ilminin kurucusu olarak Heredot gösterilir. Heredot`un tarihi Pers-Yunan çatışmasının tarihidir. Heredot`un kitabı Yunan`ın, Doğuya ilgisinin ürünüdür diyebiliriz.

Olgucu ya da deneyci okul ise doğruluğundan mutlak emin oldukları konuları ele alırlar. Diğer ilim dallarıyla bilgi alış verişini reddederler.

Batı`da tarih, bütüncü bir bakış açısını ancak 20. Yüzyıl başlarında kazanmaya başlar.

                  Henri Berr`in öncüsü olduğu bütünsel tarih anlayışı 'Tarihin ancak diğer insan bilimleriyle sıkı bir beraberlik ve karşılıklı alışveriş içinde amaca ulaşabileceğine inanmaktadır.' Bu amaçla 1900 yılında bir dergi çıkarılır.1929 yılına gelindiğinde Fernard Braudel, Lucien Febvre, Marc Bloch; gibi tarihçileri de bünyesine katan Annales isimli bu okul, 'Olay değil insan toplumlarını konu alan' bir tarih anlayışını temellerini atar. Bu okula göre, 'toplumsal olayların nedenleri yine o toplumun iktisadi ve toplumsal tarihinde gizlidir.'

Batılı tarihçi ve tarih okullarının meseleyi ele alırken sadece Batıyla sınırlandırdıklarına şahit oluyoruz. Hepsi de dünya tarihi ile Batı tarihini özdeş tutmakta ve Batı dışı toplumların tarihlerini de, kendi tarihlerine göre çizmeye çalışmamaktadırlar. 

İslam düşünceleri için tarih bağımsız bir bilgi dalı değil eğitimin ilk basamaklarından biridir. Doğuda tarih başlığı altında toplanan eserler yığını çok defa hikâyeler, konuşmalar, vaka-i nameler, takvimler, hal tercümeleri, şecereler, sülale tarihlerinden ibarettir. Coğrafya, kozmografya hatta astrolojiyle içiçedir. Rosental`ın deyimiyle 18.asra kadar tarihe laik olduğu değeri ve yeri veren yalnızca İslam dünyasıdır denilebilir. Çünkü ortaçağ İslam ülkesinde tarih sadece eğitimde değil, siyasi hayatta ve dini düşüncede de önemli bir yer tutar. 

Doğu toplumlarında devlet adamlarının da tarihe büyük önem verdiklerine şahit olmaktayız. İbn Haldun, Timur`un, Doğu ve Batı`da hüküm süren devletlerin tarihlerini çok iyi bildiğinden bahsetmektedir. Timur sadece bir örnektir. Bu sayıyı yüzlerce devlet adamı olarak addedebiliriz. Zaten doğudaki pratik hayat devlet adamlarının tarih bilimlerine mecbur kılmaktadır.

Osmanlı`nın tarihle ilgisi aynı zamanda toplum tarihiyle de ilişkilidir. Osmanlı tarihçileri olayları sadece cetvelini vermekle sınırlandırmamış, sebep-sonuçbağlantılarını da ele almışlardır. Osmanlı tarihçileri eserlerini kaleme alırken toplum ve toplumlarla ilgili mevcut bütün ilim ve bilgilerden istifade etmişlerdir. Yani, bütüncü bir bakış açısıyla konuları ele almışlardır. Osmanlıda tarih toplumdan kopuk değildir. Tarihçiler toplum olaylarına büyük önem vermişler. Bunlardan 19. Yüzyılın önemli tarihçisi ve devlet adamı Ahmet Cevdet Paşa Doğu-Batı ilişkisi ve çelişkisini sistemleştirmeye çalışarak Asya ile Avrupa`yı çeşitli açılardan karşılaştırmıştır. Yani, tarihi, toplumlar arası ilişkiler boyutuna götürmüştür.

Toplumsal sorunları ve çözümleri, toplumlar arası olayları tarih eserlerinde konu alan Osmanlı tarihçilerinin, bir başka toplum tarihçisi olan İbn Haldun ve onun metodundan büyük ölçüde etkilendiğini görmekteyiz. Osmanlı tarihçilerinin Batılılardan değil de İbn Haldun`dan etkilenmesinin toplumsal ve toplumlar arası ilişkilere bağlı olarak kazandığımız kimlikle ilişkisi ayrı bir çalışma konusudur. 

Cemil Meriç, İbn Haldun için 'Düşüncesi bir medeniyetin son sözüdür. Çöküş halinde bir dünyada muhatap bulamamıştır. Doğu Rönesans`ı onunla biter. Asya karanlığa gömülür. Meşale Asya`dan Avrupa`ya geçer'. Sözlerini sarf eder.