Toplum olarak çocuklara tahammül edebildiğimiz pek söylenemez. Sosyal ortamlarda sağa sola koşturan çocuklar bir anda tansiyonların fırlamasına sebep olur. Tatil için gidilen otellerde, restoranlarda, müzelerde, sergilerde hatta camilerde çocuk gürültüsü olmasın isteriz. Parklarda bile gönüllerince eğlenmesinler, kaydırağa tersten tırmanmasınlar deriz. Biraz fazla hareketli olanlarına hiperaktivite tanısı yapıştırıp ilaçlarla pasifize etmeye çalışırız. Yetişkinler dünyasına direk fayda sağlamayan bu bireyler mümkünse gözlerden ırak, kapalı kapılar ardında büyüsünler, ve akıllı uslu birer yetişkin olduklarında sosyal hayata karışsınlar isteriz. 23 Nisan Çocuk Bayramı törenlerinde bile askerî nizam dizilip saatlerce çıt çıkarmadan durmalarını bekleriz. Yılda bir kere fikirlerine değer veriyormuşcasına devlet adamlarının koltuklarına oturtup minyatür yetişkinler gibi davranmaları umarız. Bu yüzden büyümüş de küçülmüş gibi konuşan ve yetişkinler gibi giyinen çocuklar pek bir sevilir. 

Toplumumuzda maalesef çocukların saygınlığı da yeterince önemsenmiyor. Kendi dünya görüşleri henüz oluşmadığı için, yetişkinler tarafından sıklıkla görmezden geliniyorlar ve hakları ihlal ediliyor. Genellikle düşünceleri, istekleri ve ihtiyaçları dikkate alınmadan toplumun büyükleri tarafından sık sık eleştiriliyorlar. Mesela, toplu taşıma araçlarında güvenli seyehate en muhtaçyolcular oldukları halde küçücük bedenleriyle koltuk işgal etmeleri ayıplanıyor. Dil pratiklerimiz yoluyla da sistematik bir aşşağılanmaya maruz kalıyorlar. Günlük konuşmalarımızda sıkça kullanılan “çocukluk etme, çocuk gibi davranma, bu iş çocuk oyuncağı” gibi çocuğa yönelik toplumsal algıyı ortaya koyan, onu küçümseyen, eksik veya yetersiz gördüğünü anlatan ifadeler bulunmaktadır.  En özensiz filmler çocuklar için yapılıyor, en baştan sağma kitaplar küçük okurlar için yazılıyor. Oysa iş reklamcılık, sinema, televizyon veya seçim propagandası olduğunda çocuk masumiyeti hep baş rollere taşınıyor.  Sosyal hayatta birer özne olarak varlık gösteremeyen çocuklar ancak sempati yaratma yöntemi olarak kullanıldığında yetişkinler dünyasına dahil ediliyor. Bu durum aslında toplumun, işe yaramayan çocukluğa tahammül edemediğini gösteriyor. 

Çocuklara tahammülsüzlüğün altında yatan tarihsel sebeplerden başka Türkiye'de 1965 yılından 2000’li yılların başlarına kadar uygulanan nüfus planlaması politikalarının da toplumdaki çocuk algısını olumsuz etkilediği muhakkak. Bu politikalar çerçevesinde çocuk sayısının azaltılması teşvik edilirken kalabalık aileler  az gelişmişlik ve cahillik simgesi olarak sunulmuştu. Bu durum özellikle toplumun bazı kesimlerinde çocukların saygınlığının ve değerinin azalmasına sebep oldu. Ayrıca büyük ailelerin çocuklarını toplumdan uzak büyütmeleri refleksini doğurdu.  

2021 yılı TÜİK verilerine göre Türkiye’de nüfusun yüzde 26’sı yani 22 milyon 738 bin 300’ü çocuklardan oluşmaktadır. Ülke nüfusunun dörtte birinden fazlasını oluşturan çocukların toplumdan bu şekilde dışlanmaları ve değersizleştirilmeleri hiçnormal değil. Çocukluğunda gürültü yaptığı için camilerden kovulan bireylerin topluma maliyeti yüksek oldu. Diyenet İşleri Başkanlığı kısa süre önce cami kisvesiyle manevi değerlerden uzaklaşmış bu bireylerle yüzleşti ve “Camiler Çocuk Açsın” projesiyle çocukların yeniden namaz atmosferiyle buluşmaları için çalıştı. Proje kapsamında imamlar cami içinde çocuklarla birlikte çift kale maçyapacak hale geldi. Ancak cemaatteki huzursuzluk devam ediyor. 

Camiler dışında, restoranlardan, müzelerden ve diğer sosyal ortamlardan dışlanan çocukların topluma maliyeti hala fark edilebilmiş değil. Yetişkin ortamlarına dahil olamayan bu bireyler ihtiyaçduydukları sosyal kabulü bilgisayar oyunlarında, YouTube kanallarında ve diğer sanal mecralarda aramaktadır. Kimsenin huzurunu bozmasın diye ellerine dijital ekran tutuşturulan çocuklar yakın gelecekte herkesin huzurunu daha çok kaçıracak gibi. 

Çocuklar genelde toplumun birer öznesi olarak değil, hizmet verilecek bireyler olarak veya mağduriyetleriyle yetkililerin gündemine gelmektedir. Oysa yakın gelecekte birer yetişkin olacak bu çocukların, ebeveynlerinin yetişemediği durumlarda toplum tarafından destek ve rehberlik görmeleri gerekir. Çocuk dostu mekanların yaygınlaşmasını sağlayarak ve toplumsal bilinci artırarak çocukların yetişkinlerle aynı sosyal ortamlarda büyümelerini sağlamak elzemdir. Zira sosyal yaşantıdan izole büyümeye mahkûm edilen bu küçük insanlar, birer yetişkin olduklarında toplum dinamiklerinden bihaber olarak sorunlu bir varoluş sergileyeceklerdir. Küçük yaşlarında sosyal kabul görmeyen çocukların büyüdükleri zaman çevresine ve toplumuna sahip çıkan, dışlandıkları bu düzenin değerlerini koruyan bireyler olmaları beklenemez. Bu nedenle, çocukların değerli varlıklar olduğunun vurgulanması, ayrıca toplumun çocuklara karşı daha anlayışlı ve saygılı olması gerekmektedir.