Bu yazımda sizi boğazın Anadolu yakasına yolculuğa çıkaracağım. Sultan I. Abdülhamid`in, annesi Râbia Sultan adına inşa ettirdiği Hamid-i Evvel Camii ve külliyesine götüreceğim.
Boğaziçi`nde yalı camilerinin en güzellerinden olan eser, çevresindeki hamam, sıbyan mektebi, muvakkithâne ve iki çeşme ile birlikte İstanbul`a ayrı bir zenginlik ve güzellik katar.
Denizin hemen kıyısındaki bu alan üzerinde 3 Nisan 1777`de başlayan inşaat 15 Ağustos 1778 tarihinde tamamlanarak cami burada kılınan bir cuma namazıyla açılmıştır. Mimarı Tâhir Ağa`dır.
Yeri gelmişken Tâhir Ağa`dan kısaca bilgi verelim Laleli Cami`nin ve 1766 depreminde yıkılan eski Fâtih Camii`ni yeni baştan inşa eden mimardır.
Son dönem, Osmanlı camilerinde görülen barok etkileri burada da görülür. Ayrıca XVIII. yüzyıl sonlarına doğru beliren üslû p değişiklikleri plan, mimari kütle ve tezyinatında gözünüze çarpar.
İstanbul`da şehrin içinde büyük bir selâtin camii ve külliyesi için yer kalmadığından I. Abdülhamid külliyesini medrese, sıbyan mektebi, kütüphane, aşhane-imaret, sebil ve kendi türbesinden ibaret olarak Bahçekapısı`ndan inşa ettirmişti. Bu külliyenin içinde dışarıdan belirsiz bir de cami bulunmakla beraber esas cami Beylerbeyi`nde yapılmıştır. Osmanlı medeniyetinin son döneminde selâtin külliyesinde cami ile külliyenin diğer unsurlarının başka yerlerde yapılması geleneğinin bir örneği burada görebiliriz.
Nuruosmaniye`de ve Lâleli Camii`nde görülen çok basamaklı merdiven bu yapıda da uygulanarak zeminden yükseltilmiş olan ana mekâna böylece âbidevî bir cephe hazırlanmıştır. Deniz yönündeki cepheyi iki yandan yükselerek vurgulayan minareler narin gövdeli, tek şerefeli ve klasik sivri külâhlıdır. Ancak minare pabuçları, diğer geçdevir camilerinde olduğu gibi, altta şişkin ve yukarı doğru daralarak gövdeye bağlanan oval bir form gösterir. Alt yapının köşelerine yerleştirilmiş olan silindirik gövdeli ağırlık kuleleri bir hayli küçültülmüştür.
Kubbe kasnağında Yesârî zâde`nin celî sülüsle yazdığı ve 1945 yılındaki tamirde hattat Halim`in yenilediği 'esmâ-i hüsnâ' bir kuşak halinde dolanır.
Mihrap nişinin tam üstündeki bir çini panoda İhlâs sû resi yazılıdır. Sivri ve yuvarlak kemerli pencerelerin üzerindeki kalem işi çerçevelerle, renkli camlarla süslenmiştir.
Mihrabın iki yanından başlayarak pencerelerin arasında devam eden enli çini kaplama tezyinat, üzerinde celî -sülüsle  yetü`l-kürsî yazılı çini pano ve onu alttan ve üstten sınırlayan dekorlarla çevrilidir. Bu çiniler arasında XVI ve XVIII. yüzyıla ait olanlar bulunduğu gibi bilhassa alt kısımlarda Avrupa üretimi olan örnekler de vardır. Mihrap üstünde madalyon şeklindeki İhlâs sû resi istifi ve bu panonun köşelik tezyinatı, konumu bakımından alışılanın dışında fakat oldukça kaliteli bir görünüş arz eder.
13 Mart 1983 gecesi yanındaki yalıda çıkan bir yangından büyük ölçüde zarar görmüş ve ahşap olan kubbesi tamamen, diğer bölümleri ise kısmen yanmış, Vakıflar İdaresi`nce derhal tamir ettirilerek 29 Mayıs 1983`te yeniden ibadete açılmış olan Beylerbeyi Camii, XVIII. yüzyılın sonunda mimari etkiyi ikinci plana iterek dekorasyon yüküyle donatılmak üzere inşa edilen ilk yapılardan biridir.
Hamam. Caminin kıble tarafı ile arka cadde arasında yer alan hamam cami ile beraber 1192 (1778) yılında yaptırılmıştır. Yanda bulunan bir kapıdan girilen soyunma mahalli mermer zeminli, yüksek ahşap tavanlı ve ahşaptan yapılmış fenerli camekân kısmı geçirdiği tamirler sonucu özelliklerini kaybetmiştir. Camekânın aslında tekne tonoz ile örtülü ilk bölümünde girişin sağında bir çeşme yer aldığını görürsünüz. Bugün orijinal kurnalardan sadece iki tane kalmıştır. Günümüzde nöbetleşe hem erkek hem de kadınlar hamamı olarak kullanılmaktadır.
Namazgâh. Cami ile iskele arasında günümüzde çay bahçesi olarak kullanılan kısımda yer almaktadır. Namazgâhın hemen yanında Sultan Mahmud`un yaptırdığı küçük bir meydan çeşmesi sizi karşılar. Mermerden iki cepheli dört tarafında kitâbesi olan çeşmenin üzerinde Sultan Mahmud`un tuğrası vardır. Çeşmeden önce namazgâha ait üçtane su kübünü görmeden dönmeyin.
Muvakkithâne gelince Caminin güneyinde olup 'U' biçimindeki ince uzun planıyla iki kat halinde inşa edilmiş bir yapıdır. Yarım daire şeklindeki ilgi çekici cephesi benzerleri arasında az rastlanan bir güzelliktedir.
Sıbyan mektebi ise Muvakkithâne ile cami arasında yer alan iki katlı sade ahşap bir yapıdır. Halen meşruta olarak kullanılan mektep umumiyetle aslî durumunu korumakla birlikte orijinal kısımlarından pek azı günümüze ulaştığını üzülerek söyleyelim.