İstanbul`un yakın tarihine bir yolculuk yapmak isteyen ve güzel bir hafta sonu geçirmek isteyenlere kesinlikle tavsiye edebileceğimiz eşsiz bir yerden bahsedeceğim. Nam-ı diğer `Yeditepeli şehir`` Dünyanın en önemli kentleri arasında olan İstanbul`umuzun içinde hikâyelere, romanlara konu olan bir yerdir burası. Eğer gezip görmediyseniz, gidip gördüğünüzde bana hak vereceksiniz. Ben fırsat buldukça mutlaka giderim. 1930`lu yıllarda Abbas Hilmi Paşa`nın İstanbul`dan ayrılması ile birlikte belediye tarafından satın alınan konak 1982 yılında kadar neredeyse hiçkullanılmamış ve atıl vaziyette bırakılmıştır. 1982 yılında başlayan restorasyon çalışmaları ile birlikte 1984 yılında restoran ve kafe olarak hizmet vermeye başlayan konak, bugün BELTUR tarafından kafe ve restoran olarak işletilmektedir.

Hem mimarisi, hem tarihten bugüne taşıdığı izleri, hem manzarası, hem de yeşillikler içinde olması nedeniyle İstanbul`da güzel bir kahvaltı yapıp, eşsiz manzaraya karşı bir kahve yudumlamak isteyenler için kesinlikle müdavimi olunabilecek yerlerden birisi.

Mısır`ı işgal eden İngilizler, ülkeye krallık sistemini getirerek, Abbas Hilmi Paşa`nın Hidivlik unvanını elinden aldı. Abbas Hilmi Paşa, tahttan düşürülmesi üzerine İsviçre`ye yerleşerek (ya da sürgüne gönderilerek) burada yaşamını sürdürdü. Paşa`nın ailesi ise Hidiv Kasrı`nda 1937 yılına kadar kaldı. Aynı yıl, İstanbul Belediyesine Hidiv Kasrı`nın satışı gerçekleştirildi.

Zamanının büyük bir bölümünü İstanbul`da geçiren son Mısır Hıdivi olan Abbas Hilmi Paşa 1903 yılında, Çubuklu`da iki ahşap yalıyı, sonra da yalıların arkasındaki yamaçları ve üst düzlüğü de satın aldı.

Böylelikle, 172 000 M2 lik bir alanı kapsayan Çubuklu Korusu, her biri künyeli ve soy kütüğüne sahip asırlık ağaçlarla kaplı, muhteşem boğaz manzaralı masalımsı bir koruluk haline geldi. 1907 yılında da İtalyan Mimar Delfo Seminati`ye, dönemin modasına uygun olarak, art nouveau tarzındaki muhteşem saray yavrusunu yaptırdı.

Çubuklu Korusu`nun girişinden Hıdiv Kasrı`na doğru yürüdüğünüzde asırlık ağaçlar karşılar. Muhteşem bahçeden geçtiğinizde, bütün heybetiyle `Hıdiv Kasrı`` görürsünüz. Hıdiv Kasrı`nın kuzey-doğu cephesinde, mermer salondan çıkılınca ulaşılan `Gül Bahçesi`` mazı çamlarıyla çevrili.

Bahçeye yüzlerce gülfidanı dikilmiş olup, ortasında fıskiyeli havuzu bulunuyor. Güller açtığı dönemde, akşamları, gül bahçesi çevresindeki mermer gövdeli sütunlar üzerindeki fenerler yandığında kendinizi gül cennetinde hissedersiniz diye düşünüyorum. Gül Bahçesi yaklaşık 1 000 kişilik davetliyi konuk edebilecek büyüklükte.

172 000 m2 lik bir alanı olan Çubuklu Korusu`nda, 1 000 m2 lik inşaat alanı üzerine kurulmuş şato tipindeki Hıdiv Kasrı ilginçbir yapıya sahip. Hıdiv Kasrı yapısının kuşbakışı görünüşünde, düz olan ana giriş cephesinin güney-batıya baktığı görülüyor. Yapının kuzey-batı ve kuzey-doğusunu oluşturan cephe yarım daire biçiminde olup, konkavdır. Yapı üzerinde iki kule bulunuyor. Kuzey-doğu köşesindeki kule alçak olup, üstü kapalıdır.

Yapıya özel bir kimlik kazandıran kuzey-batıdaki kule ise görkemli olup, iki bölümden oluşuyor. Revakların altında kalan birinci bölümün dört cephesinde konkav balkonlar bulunıyor. Revakların üstündeki bölüm ise tam bir şato görünümünde olup, dört köşesinde burçları bulunuyor. Yapı büyük seyir kulesi olarak biliniyor. Buharla çalışan bir asansörü bulunmakta olup, kullanılıyor. Ayrıca elektrikle çalışan bir asansörü de bulunuyor. Yapının ana giriş katında, holden devam edilirse, yapının tam ortasında anıtsal çeşme ile karşılaşılıyor. Çatıya varan ve kuşbakışı görülen üst kısmında 8-10 art Nouveau tarzdaki parçanın üstünü, dış etkilere karşı koruyan cam bir fener örtüyor.

Ay yıldızlı Mısır Hıdiv Tacı nın üstüne armanın işlendiği dış kapı, bütünüyle altın yaldızlı çiçek figürleriyle işlenmiş durumda. Bu kapıdan önce birinci hole girilir. Girdiğimiz birinci holün sağ tarafında, iki basamakla çıkılan bir kapıya ulaşılıyor. Bu kapıdan içiçe iki büyük odaya geçiliyor.

Bu odalardan da bir ara kapı ile 'Mermer Salon'un teraslarından birine ulaşılmakta. Birinci holün sol tarafındaki kapıdan giriş katı mutfağı ile sağındaki bir merdivenle alt kattaki mutfağa ulaşılılıyor. İki hol arasındaki giriş kapısının camlı bölümü kurşunlu vitrayla yapılmış üzüm salkımları desenlerine sahip. Holde, çiftli 16 masif mermer sütunun yer alıyor. Anıtsal çeşme dairesel olup, 180 cm yüksekliğinde mermer bir fıskiyesi var. Fıskiyeden çıkan su, derinliği az olan bu havuza dökülüyor. Fıskiyeden havuza dökülen su huzur dolu bir atmosfer oluşturuyor.

Holün sağ tarafında, yapının kuzey-doğu tarafında tamamı masif/saf mermerden yapılmış bir salon olduğunu öğrenmiştim. Sağdaki koridorun, giriş holünün sağ tarafında yer alan içiçe iki büyük odaya ulaştığını öğreniyorum. Sağ taraftaki duvarda, tavana kadar yükselen anıtsal çeşme daha yer almakta.

Sütunların içcephelerine ve salonun tavanlarına yuvarlak çiçek sepeti şeklinde, pembe-beyaz-yeşil karışımı avizeler yaptırılmış. Yandıkları zaman, bahçe tipindeki mermer salona uyan renkleriyle `Bir Peri Sarayı`` görünümü ortaya çıkmaktaymış. Görevlilerden biri öyle söyledi. Ü zerleri yeşil-gri karışımı mermerli döküm masaları, sandalyeleri ve mermerden servis bankosu Mermer Salona ayrıcalıklı bir `Küçük Saray Yavrusu`` havası vermektedir. Mermer Salonun gül bahçesinden giriş kapısı Marmara Mermeriyle kaplanmış.

Şömineli salonun tüm duvarları ve tavanının ahşap kaplaması muhteşem. Kaplamalar düz lifli, gözenek ve delik bulunmayan bir ağaçolan maundan yapılmış. Kolay işlenen ve dayanıklı olan maun, mobilya yapımında tercih edilen çok değerli bir ağaç. Zamanla kararmakta, vernikle cilalandığında kırmızımsı parlaklığa kavuşmaktadır. İstanbul`un en mükemmel ahşap kaplaması ya da lambrisi salona ağır ve alımlı bir hava vermiştir. Salondaki masif porfir sütunların kaide ve başlıklarında yer alan bilezikler altın varaklarla kaplanmış olup, salona masalımsı bir hava katmış.

Menüdeki tatlılara gelince fırında pişmiş tarçınlı-frambuazlı armut tatlısı, Hindistan cevizli kızarmış Maraş Dondurması, çam sakızlı ve kahveli parfe ile Elmalı Paşa Sarması seçiminize sunulmuş. Yemek yediğimiz mermer teras, bahçeden yaklaşık iki metre yüksekte olup, 24 adet masif beyaz mermerden sütunlarla kaplı. Bu sütunlar üstteki yatak odalarının bulunduğu bölüme destek sağlamak için yapıldığı biliniyor.

Günümüzde ise, üst kattaki yatak odaları, özel yemekler ve toplantılar için ayrılıyormuş. 40 kişilik bir grubu ağırlama kapasitesi olan bu odaları görme olanağımız olmadı. Yemek yediğimiz mermer terasların konumuna bakıldığında, çok özel bir yapılanma olduğunu görüyoruz. Kanlıca, çok eskiden beri, mehtabı ve kucağında düzenlenen boğaz eğlenceleriyle ünlüdür. Ortalama 250 kayıkla, Bahai Körfezi`nden boğaza açılarak yapılan mehtap gezileri birçok roman ve şiirin konusu olmuştur. Sazlı sözlü eğlencelerin yapıldığı bu mekân mermer terastan rahatlıkla izlenebilmekteymiş. Ağaçların boy atması bu manzaranın önüne geçtiyse de kulelerdeki seyir terasları bu eksikliği gidermekte.

Anıtsal çeşmenin bulunduğu holden, şömineli salonun sol tarafında bulunan diğer bir yemek salonuna geçildiğinde, tamamı ahşap bir salon sizi karşılıyor. Orijinal motiflerine uygun ahşap parkeler, ahşap duvarlar, ahşap tavanlar ve dolaplar maun renginde ve göz alıcı. Tavandaki kristal avizeler de dönemine uygun olarak seçilmiş ve salona ayrı bir hava katıyor.

Konkav salondan anıtsal çeşmenin bulunduğu havuzlu hole geri dönerek, camlı bölümü kurşunlu vitrayla yapılmış ara kapının bulunduğu ara hole geçiyorum. Ü st kata çıkılmasını sağlayan iki anıtsal merdiven tekrar karşıma çıkıyor. Sağdaki anıtsal merdivenden çıkarak, iki merdivenin birleştiği sahanlığa çıkıyorum. Sahanlıkta geri düğümde aşağıda anıtsal çeşmenin bulunduğu havuzlu holü, yukarıda ise merdiven bitimindeki kısa koridorlarla aydınlığa bakan kat muhteşem bir sahanlık var. Birinci kat sahanlığına ulaştığınızda, yapının çatısına kadar uzanan aydınlık bölümü ile aşağıdaki anıtsal çeşmeyi görmeden dönmeyin derim. Hidiv kasrını ve koruluğunu gezip gördüğünüzde kendinizi peri masalında hissedeceksiniz.