Topkapı Sarayı`nın bölümlerini anlatmaya sarayın en yüksek yapısı olan 'Kasr-ı Adl' olarak da anılan Adalet Kulesi ile devam edeceğim. Bildiğiniz üzere Topkapı Sarayı, tarihî yarımadanın ucunda Marmara denizine, Asya-Ü sküdar ve Haliç`e bakan, dolayısıyla her yönden şehre hâkim bir mevkide 70 dönümlük bir alanda kurulmuştur. Kubbealtı`nda Harem`e bağlı olarak yükselen Adalet Kasrı, diğer adıyla Adalet Kulesi, devletin haşmetini ve adaletini temsil eder.
Harem ağalarının geceli gündüzlü nöbet tuttukları bu kule, Fatih döneminde ahşap olarak yapılmıştır. İstanbul`un en iyi gözlendiği noktalardan biridir. 17. yüzyıldaki saray yangınından sonra, birçok saray yapısında olduğu gibi, taştan inşa edilmiş. Ampir üslubunu yansıtan bina II. Mahmud (1809-1839) tarafından yenilenmiştir. Neo-Rönesans ve Barok üsluplarını sergileyen bugünkü Adalet Kulesi ise, aynı özelliği gösteren Topkapı Sarayı`ndaki Mecidiye Köşkü ile beraber, Abdülmecid döneminin (1839-1861) sonlarına aittir. Adalet Kasrı 1820 yılında Sultan II. Mahmud döneminde, onarılarak yükseltilmiş ve çatısı yeniden şekillendirilmiş, son şeklini ise Sultan Abdülaziz döneminde almıştır.
45 metre yüksekliğindeki kuleden, Haliç, Boğaziçi ve Marmara Denizi`ne kadar çok geniş bir manzarayı görme imkanı vardır. Bu kulenin diğer bir özelliğinden bahsedeyim, padişahlarının vefatının ardından Ayasofya, Sultanahmet, Fatih ve Süleymaniye camileri ile birlikte bu kuleden de selâ okunurdu.
Kulenin ya da diğer adıyla Adalet Kasrı`nın hemen önünde bulunan ve devlete ait konuların konuşulup kararların alındığı yer olan Divan-ı Hümayun, aslında üçbölümden oluşmuş kubbeli Divan-ı Hümayun, buna bir kapı ile bağlı Divan-ı Hümayun Kalemi ve Defterdarhane. Her Divan toplantısından önce vezirler heyeti (bakanlar kurulu) saraya Divan Yolu`nu  geçerek girerler ve divan odasında tam kapının karşısına sadrazam gelecek şekilde duvarın çevresine dizilerek otururlarmış. İlk başlarda bu toplantılara katılan padişahlar, zaman içinde sadrazamın oturduğu yerin üzerindeki altın yaldızlı kafesin (Kafes-i Müşebbek) arkasında oturmayı ve böylece toplantı boyunca vezirleri dinlemeyi tercih eder olmuşlar. Divanda asılı duran altın pandantif her halükarda sultanın otoritesini temsil edermiş. Muhteşem İznik çinileri Divanın duvarlarının alt kısmını süslerken, dekorasyonun önemli bir bölümü saray işlerinin Sadrazam Sarayı Bab-ı Ali`ye nakledildiği 18. yüzyılda elden geçirilmiş.

Devletin birçok evrağının saklandığı Defterdarhane`nin hemen arkasında yer alan sadrazamın özel çalışma odası ne yazık ki bugün ziyarete kapalı olduğunu belirteyim.

Kanuni Sultan Süleyman zamanında yapılan ve toplanan vergilerin konulduğu Devlet Hazinesi (Dış Hazine) Kubbe altında, Divan`ın yanında yer alıyor. Her üçayda bir merasimle yeniçerilerin ulufe (maaş) ödemesinin yapıldığı ve özel hazırlanmış yemeklerin de sunulduğu bina defterdarın sorumluğundaydı ve çok iyi korunuyordu. Bugün sarayın silah ve mühimmat deposuna ev sahipliği yapan binada (Silahlar Seksiyonu), sultanın bir savaş başlatmadan önce Bab-üs-Selam kapısının önüne dikilen sancakların bir kısmı da sergileniyor.