İçinde bulunduğumuz, iliklerimize kadar hissettiğimiz bir dönemi yaşıyoruz. Hayatın birçok değişmez kuralları bu içinde bulunduğumuz dönemde birden değişiverdi. Hem de öyle bir değişim ki, yok böylesi türünden. İşte! Bu değişim zamanları fırsat-risk ikilisinin her anlamda zirve yaptığı zamanlardır.

'Kelebekler neden kozasını zorlayıp çıkarlar?'

'Istakozlar nasıl büyür?'

'Yılanlar neden kabuk değiştirir?' Benzer sorulardan biri üzerinden gidelim. 

Sert bir kabuk içinde yaşamlarını sürdüren gayet nazik, minik canlılardır bunlar. Bu kabuk genişlemiyor, yani kabuk büyümüyor. Peki, ıstakoz nasıl büyüyor, o zaman? Istakoz büyüdükçe kabuk onu sıkıştırıyor. Sıkıştıkça sıkışıyor. Hemen bir taşın altına gidip kabuğunu kırıyor ve yeni bir kabukla hayatına devam ediyor. Bu değişim döngüsü böylece devam ediyor.

Bu doğal bir dönüşüm ancak içinde bulunduğumuz dönüşüm bu kadar masum ve hiçdoğal değil. 'Kırk yıllık kani olur mu yani?' Elbette olmaz! Ademoğlunun nevri döndü, şaştı insan. 

Bir tarafta sağlık  

'Hiçkimseye, imandan sonra, sağlıktan daha üstün bir nimet verilmemiştir.' (Hz. Ebubekir r.a.)     

'Elden gitmeden değerini anlayamadığımız iki şey vardır: Bir sağlık, diğeri gençliktir.' (Hz. Ali k.v) 

'Halk içinde muteber bir nefes yok devlet gibi/ Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.' (Muhibbi)   

'Sağlıklı olmak, hayat kavgasında başarının birinci şartıdır. (A. Mithat Efendi)   

Diğer tarafta da

'Ekmek kavgası, ekmek parası, ekmeğinden olmak, ekmeğine mâni olmak veya engel olmak, ekmek aslanın ağzında, ekmeğini kazanmak, ekmeğini taştan çıkarmak, birinin ekmeğini yemek, ekmeği ile oynamak, ekmek kapısı, ekmek parası; ' 

Deyimlerinin ve daha fazlasının vücut bulmuş ve topluma yansımış hali var.

Kısacası yaşamak ve yiyecek bir şeyler için verilen mücadele var. Bu iki kıskaçarasına sıkışan insan bunaldı, şaştı, başı döndü, gelecek planı değişti, hayatı yeniden sorgular oldu, ben nerde yanlış yaptım? demeye başladı, elimdeki nimetlerin kıymetini bilememişim, özümüz, sözümüz, gelenek ve ananelerimiz ne de güzelmiş! ; gibi bitmeyen cümleler ve kelime grupları öylece taramalı misali bir çırpıda sıralanıverdi, muhatap yüzlere.

'Dijital Bayram Havası Yaşanıyor her dört duvar arasında!'

Dört duvar arasına sıkışan insanlık dışarıda ne yapıyorsa sanal aleme taşıyıverdi. Artık deniz de horoz da soğuk da sıcak da yemek de çiçek de bir tık ötede! Öte dediğimiz yer de evin içi artık.

Gelelim! 'Dijital bayram havasına!' Kime bayram, nasıl bir bayram? Acınası bir hal var ortada. Daha çok internet, daha çok ekran, tablet, telefon, kamera; Bir tane bile yoktu bazı evlerde.

Oldu beş tane!

Yeterli mi? 

Zaman gösterecek? 

Kullanım oranları öyle arttı ki, iştah kabartıyor! 

Uzaktan bağlantı ile yapılan işler ve toplantılar her geçen gün katlanarak artıyor. Online alışveriş çok sıradan artık. Video konferans yapmayan mı var yoksa hala? Temassız ödeme, temassız alışveriş, yapay zekâ ritüelleri, yapay zekâ işleri ve daha neler neler! Oyun dünyası ayrı ve teferruatlı bir alan olarak yazılmalı. Bunu çoktandır hak eden bir başlık. Şimdilik geçelim bu başlığı.

Bütün bu gelişmeler, insanlık için iyi kullanıldığında 'kumanda mesabesindedir.' İyiye kullanan, ilahi çizginin dışına çıkmayan, ehli sünnet akidesini milimi milimine takip eden bir nesil için zarar vermeyecek tersine bazı işleri kolaylaştıracaktır. 

Ancak mesele, bu değişimin zamana ve doğal akışa ters olmasıdır. Bir ağacın meyve vermesi için uzun bir süreçvardır. Küçük bir fidanın büyük bir ağaca dönüşmesi fırtına, kar, yağmur, temmuz sıcakları üzerinden geçtikten sonra gerçekleşir. 

Tohumdan filize, filizden fidana, fidandan ağaca ve sonra meyve veren ağaca doğru uzun ve meşakkatli bir yolculuktur bu. İşte, ters olan bu yolculuğun yapılmadan, hedefin gösterilmesidir. 

Kim gösteriyor, nasıl bir plan bunu şimdilik biz de sizin kadar biliyoruz. Kısacası bilmiyoruz. Ancak insanın bir ilim kapasitesi bir de irfan kapasitesi vardır. Bu mevzular şimdilik irfan dairesi içerisinde kendisine izah imkânı bulabilir. Her kulun irfanı da farklıdır.

Diğer bir mevzu, hayatında 'yok' nedir? bilmeyen kendisine ne sunulursa sunulsun öylece tüketen bir nesil var. Tüket, yenisi gelsin! Kullandığı telefon bir yılı doldurmadan sıfırını almaya gayret eden alamadığında da stres yapan bir nesil. İşte! Bu nesil, kabuğunu kırmaya üşenen bir ıstakoz haline geldi. Kabuk sıkıştırdıkça sanal alemin kendisine sunduğu ürünlerle sarhoşa döndü. Kabuğunu unuttu, özünü bozdu. İsyan eden, baş kaldıran, ben merkezci davranan, bedavacı ve kolaycı bir nesil oluştu.   

Bütün bu olumsuzlukların sorumlusu elbette biz anne babalarız. Aman düşmesin, kirlenmesin, ne isterse alırım, çocuk yorulmasın, çocuk bunalmasın dedikçe işler tersine döndü. Istakoz kabuğunu kırmalıydı yani çocuklar yokluğu da açlığı da zor olanı da yaşamalıydı. Düştüğü yerden kendisi kalkmalıydı.

'İçinde bulunduğumuz dönemi öznel olarak özetleyerek ve ıstakoz nasıl büyür?' sorusuna cevap vererek başladığımız yazımızın sonuçbölümünde de 'Neler yapılabilir?' sorusuna birkaçfikir beyan ederek mutlu sona gitmeye çalışalım.

Öncelikle, bize kolay yollardan satılan teknolojik ürünleri ve o ürünlerin beraberinde getirdiği kültürü bir sorgulayalım. Mümkünse isimler bize ait olsun. Teknoloji, nereden gelirse gelsin alınabilir ancak isimlendirme bize ait olmalı. O ürünün alt basamaklarında olan diğer ürünler de bizden biri gibi isimlendirilmeli. 

Televizyon, araba, uçak, telefon, sosyal medya; gibi başlıkların binlerce on binlerce alt başlığı olduğunu unutmayalım! Bunların her biri kendi kültürüyle gelir. O kültür de öylece -olduğu gibi- alınırsa toplumun genlerini bozar. Biz üretmeliyiz, üretemediğimiz ürünlerde de isimlendirme konusunda hızlı ve pratik davranmalıyız. Ü rün daha gümrükten girmeden isimlendirme işini çözmemiz gerekir.

Bir diğer mesele ve asıl mesele de milli ve manevi değerlerimiz. Bizi biz yapan İslamî ve insanî kaideler. Satır ve sadır meselesi bir başka ifadeyle. Kendisini ve özünü bilmeyen, yaşamayan nesil elbette ki önüne konulan her tabaktan yer, kendisine sunulan 'Dışı seni içi beni yakar.' dediğimiz, ne varsa sorgulamadan alır. 

'Namaz nasıl kılınır, Kur`an nasıl okunur, ne kadar okunur? Kadın erkek ilişkileri nasıl olmalıdır? Otuz iki farz nedir ve hayatımda pratik olarak ne kadar yer kaplamaktadır? Ramazan orucu hangi hallerde tutulmaz, hangi hallerde bozulur? Fatiha suresini namazda okuyacak kadar biliyor muyum? Anne, baba hakkı nedir? Hiçhadisi şerif biliyor muyum? Taharet nedir? Ticari ahlak nasıl olmalıdır? Yediklerim helal mi haram mı? ...'

Sadece satırlarda olan değil sadırlara işlemiş güzellikler olmalı bunlar! Hayatın her alanında kendisine yer bulacak olan bu saydığımız bazı maddeler ve çok daha fazlası yoksa hayatımızda mağlup olacağımız gün gibi ortadadır. 

İşte bu saydığım birkaçİslami ve insani kaidelerle içinde bulunduğumuz dönemden, bahsedilen zamansız değişimden yara almadan çıkabiliriz. Sadece bu dönemden de değil bütün bir hayatımız kurtulur. İnançve ibadetle ilgili öğrenmemiz gereken bilgileri öğreten ilme ilmihal denir. Peygamber Efendimiz (s.a.v) 'İlim öğrenmek her Müslüman kadın ve erkek üzerine farzdır.' buyurmuşlar. Her Müslüman kendisine yetecek olan dini mevzuları, yani 'Zarurat-ı Diniyye' yi öğrenmekle mükelleftir. Maddi alanlar manevi alanla desteklenmedikçe işler hep yarım kalacaktır.

Değişim, dediğimiz şey özümüzü, insan halimizi, İslamî çizgileri değiştirmemeli, ki buna değişim denmez. 

Kabuğunu kıran bir ıstakoz, kozasını zorlayan bir tırtıl -kelebek- kabuğunu değiştiren bir yılan, kuyruğunu koparan bir kertenkele yoksa değişim asla değişim değildir. 

'Evet, ıstakoz gibi kabuğunuzu kırmaya, kelebek gibi kozanızı zorlamaya var mısınız?' Cevap sizde ta içerilerde, sadırda yani!