Teknoloji gerçekten güzel şey...

Düşünseniz ya, yaya olarak aylarca gideceğiniz yere otomobille bir günde, uçakla bir saatte gidebiliyorsunuz...

Oturduğunuz yerden bir tuşla dünyayı dolaşabiliyorsunuz ekran başında... Her bir yöne canlı bağlantı kurabiliyorsunuz...

Teknoloji iyi güzel de beri taraftan insan teknolojiyi kendi tembelliğine dayanak olarak kullanmasa...

Birçok buluşun tembeller tarafından bulunduğu da söylenir...

O kadar ki sabah kalktığımızda havanın nasıl olduğunu öğrenmek için camdan dışarı bakmak yerine yanı başımızda duran cep telefonundan hava durumuna bakmayı tercih eder olduk...

İki katlı binalara bile asansör yaptırdık... Sonra da birinci katta da olsa dairemize asansörle çıkmaya başladık.

Fırından ekmek almaya arabayla gider olduk. Gideceğimiz yerin neredeyse kapısına kadar arabayı götürmeye kendimizi zorladık...

Meyveyi çatır çutur ısırmak yerine suyunu sıktırıp şurup gibi içmeyi fantezi saydık...

Evde yemek yapmak yerine telefonla arayıp canımızın istediğini sipariş etmeye başladık...

Çocukluktan itibaren büyüdükçe tadını öğrenmeye damak zevkimizi alıştırmaya çalışmak yerine, meyveleri sebzeleri bir kenara bırakmaya başladık... Birbirinden faydalı mevsimsel lezzetleri hiç merak etmedik...

Onun yerine ağzımıza alır almaz beynimizi uyaran ve ağzımızın suyu akan, “mımh” diye yumulduğumuz ambalajlı hazır ve ambalajlı gıdalarla dost olduk...

Çocukken bağırsaklarımızın probiyotiklere alışma sürecinde yaşanan minik karın ağrıları, şimdi çocuklarımızda hazır mamalar ardından endüstriyel gıdalar vb. yedirmemiz sebebiyle hiç olmuyor. Çünkü çoğunda probiyotik özellik yok... Böyle olunca da vücudumuzun bağışıklık sistemi gelişmiyor...

Bütün bunlardan sadece dışarıdan gördüğümüz organlarımız eklemlerimiz değil iç organlarımız da olumsuz etkileniyor... Hareket azlığı ve teknolojinin getirdiği yanlış beslenme vücudu yoruyor ve ardından sık hastalanma, şişmanlık; beraberinde diş çürümesinden tutun da, B vitamini azlığına, uyku kalitesinin bozulmasından tutun da depresyon yaşamaya; ülserden tutun da kabızlık çekmeye kadar bir sürü soruna davetiye çıkıyor...

Sonra koşturuyoruz sağlık merkezlerine... “Aman Hocam beni zayıflat”, “Aman hocam bana bir tavsiye”

Böyle gidenlerin birçoğuna önerilen yöntemler de bir tuhaf oluyor... Örneğin zayıflamak için şekeri kesmek öneriliyor... İyi güzel de peki beraberinde yine teknoloji ne buluyor?

Tatlandırıcı...

“Sıfır şeker” diyoruz ama tatlandırıcı ile bu açığı kapattığımızı zannediyoruz... Hem vücudu kandırıyoruz hem beynimizi...

Oysa birçok tatlandırıcıda aspartam maddesi bulunuyor ve bu madde artık tıp otoritelerince zehirden farksız olarak niteleniyor... Hatta Dünya Sağlık Örgütü bunu kanserojen madde olarak açıklamaya hazırlanıyor...

Ama kimin umurunda...

Yine hemen bütün tıp otoriteleri metabolizmayı allak bullak eden ambalajlı gıdalardan uzak durmayı öneriyor... Ama ne yazık ki bütün alışveriş marketlerinin en cazip reyonları ambalajlı gıdalar bölümünden oluşuyor...

Yollarda bulunan istasyonların rafları yine böyle ambalajlı afili gıdalarla dolu...

Bunların hemen birçoğu da yumuşak gıda denilen türden... Yani dişlerle kopartmaya, ağızda çiğnemeye sindirim sistemine hazırlamaya gerek kalmadan ağızda eriyip yok oluveren, vücudun tanımadığı türde gıdalar... Dolayısıyla çiğneme kültürü de yok oluyor...

Yetmiyor hazır makinelerde anında sıcak değişik değişik kahve türleri satılıyor... İçlerinde bulunan maddelerin birçoğu lezzet avcısı ve tiryakilik oluşturan lezzet...

Bu dünyayı kuşatan gıda sektörüne karşı doktorların “aman yemeyin”, “aman uzak durun”, “aman tehlikeli” gibi söylemleri sivrisinek vızıltısı gibi kalıyor...

Geriye ne kalıyor?

Her gün daha genç yaşta kilo almaya başlayan bedenler...

Orası burası sarkmaya başlayan gençler...

Yürümekten aciz kalan, yürüyemeyen bir nesil...

Genç yaşta hastanelere abone olan binlerce insan...

Sağlıklı günler dileğiyle...